Ekmeğin Öyküsü
Beslenme şekli ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, hatta yöreden yöreye bile değişkenlik gösterebilmektedir. Aynı şekilde sofra düzeni de dini inanç, millet, yaşanılan coğrafya gibi durumlardan etkilenebilmektedir. Konya içinde yöreden yöreye bazı farklılıklar görünse de zengin bir beslenme kültürü ve sofra adabı vardır. Konya ve çevresinde ki halk yemek seçiminde, doyum sağlayacak ve gün içinde zinde tutacak yemekler tercih etmiştir. Yemek öğünleri iki öğün olarak gerçekleşmiştir. Sabah, öğlene yakın saatlerde (10:00-11:00) hazırlanan öğüne kuşluk ismi verilmektedir. Bu öğünde eve bir misafir gelmeyecekse özel olarak hazırlanmaz evde bulunan kahvaltılık (pekmez, bal, kaymak vb.) ürünler ve akşamdan kalma yemeklerle sofra hazırlanırdı. Akşam yenilen yemeğe ise zevale ismi verilmiştir.
Akşam yemeği bir Konyalı için olmazsa olmaz ve çok kıymetli bir öğündür. Akşam yemeklerin bir mazereti yoksa tüm ev halkı sofrada yerini almak zorundadır. Yemek öğünleri 1930’lu yıllardan sonra üç öğüne çıkartılmaya başlamıştır. Bu durum birincil sebebinin ise bu dönemden sonra apartman kültürünün etkili olmaya başlaması gösterilebilir. Özel günler ve Cuma günleri dışında sofraya genellikle tek çeşit yemek koyulurdu. Ancak yemeğin yanında mutlaka bir içecek sofrada yerini alırdı. Yemeğin yanında tercih edilen içeceklerden en çok tercih edileni mevsime uygun bir hoşaf veya ayran olmuştur. Ancak sofrada bir sebze yemeği yerini almışsa doyum sağlamak amacıyla yanında bir çorba çeşidi sofraya koyulmuştur. Çorba kâseleri kuşaklı ve bakır kaplardı. Tas Konya mutfağında farklı amaçlar için kullanılmıştır. Su tası, hoşaf tası ve ayran tası gibi isimler verilmiştir. Kaideli ve üzeri süslemeli olanlara “Kuşaklı” ismi verilmiştir. Çorba içilirken Konya’da imal edilen ruganlı ya da üzerlerinde yazı bulunan ahşap kaşıklar kullanılırdı. Hoşaf ve komposto içerken ise kaşıklar değiştirilirdi. Değişen bu kaşıkların yapısı; daha enli ve ağzı geniş olurdu. Sapında bazı beyitler veya cümleler yazardı. Bunun nedeni olarak ise yemekler batmış olan kaşığın kirletilmemesi olarak gösterilmektedir. Hoşaf ve komposto içmek için demirhindi veya fildişinden yapılmış kaşıklar kullanılırdı. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde kaşık şekilleri değişmiştir. Bu değişimin sebebi ise Konya’da bulunan Rum, Ermeni ve Maruni ailelerin olduğu düşünülmektedir. Konya çarşısında et olarak koyun ve tiftik keçisi eti satışı yapılırdı. Kuzu ve dana eti ise halkın tercih etmediği etlerdendi. Kasaplarda satılan etler kilo ile satılmaz parça olarak en az ¼ oranında satılırdı. Konya’da yağlı koyun eti sevilmesi nedeniyle besi koyunu tercih edilirdi. Kasaplardan alınan etler kıyma olarak çok tercih edilmezdi ancak kıyma haline getirilecekse genellikle zırh veya iki bıçak kullanılırdı. Elde edilen kıyma ile etli dolma veya köfte çeşitleri yapılırdı. Bu çeşitler arasında Konya’ya özgü çullama veya iftar köftesi sayılabilir. Sebze yemeklerinde ise kıyma kullanımı tercih edilmezdi. Sebze yemekleri arasından en çok tercih edilenler ise patlıcan, taze fasulye ve patates ile yapılan yemeklerdir. Konya mutfağının temeli kaliteli, doyum sağlayan ve ciddi anlamda emek harcanan yemeklerden oluşmaktadır. Sebze ve et yemekleri Konya kültüründe sağ elin üç parmağı ile yenilirdi. Bu ellerle yenilen yemekten sonra elin yalanması büyük ayıp kabul edilirdi. Ancak sulu yemekler kesinlikle elle yenilmezdi. Et ve sebze yemekleri “Kulaklı ve Lengeri” ismi verilen bakır kaplarda servis edilirdi. Konyalılar yaklaşık elli yıl öncesine kadar evlerinde tahta kaşık kullanırdı. Metal kaşık sofraya gelirse “Ana guzum bu gaşşıklar dişimi gamaşdırıyo” diye serzenişte bulunurlardı.
Konya mutfağında yemek pişirme işi evin kadınları tarafından yapılmıştır. Yemek pişirme işi evde bulunan büyüklerden genç nesile aktarılarak devam etmiştir. Yazılı olarak kayıt altına alınması ise söz konusu değildir. Eve yeni gelen gelin evde bulunan görümce veya kaynanadan evde yapılan ve yöreye has olan yemekleri öğrenmek ve bu yemekleri sofraya getirmekten sorumludur. Evde gelin yoksa evin genç kızı yemek pişirme işini üslenirdi. Ancak önemli konukların gelmesi veya kalabalık grupların yemeğe gelmesi halinde evin annesi, kayınvalidesi veya komşular kolları sıvar ve hep beraber Konya mutfağına has yemekler hazırlardı. Ev hanımları en iyi yaptıkları yemekleri sofraya getirmek için sabahtan davet hazırlıklarına başlarlardı.
Konyalı ev sahipleri, komşu, akraba veya tanıdıklarının cenazesi olması halinde evlerinde yapılan yemekleri cenaze evine taşırlar ve bu zor günlerinde onlara yardımcı olurlardı. Günümüzde ise maalesef cenaze sahibinin acılı gününde gelen kişilere yemek dağıttığı bir adet uygulanmaktadır. Sadece cenaze değil bir hasta olması halinde evde çorba hazırlayıp hastaya göndermek Konya’nın önemli ve güzel adetleri arasındadır.
Konya sofra adabı Selçukluların yanı sıra, Mevlevilik tarikatının da etkisinde kalmıştır. Pazar alış verişi yapmak evin erkeğinin işleri arasındadır. Alış-veriş genellikle kola takılan iki gözlü heybe veya zembil ismi verilen deri ile saraçlanmış saplı torbalar vasıtası ile yapılırdı. Çarşıdan yapılan alış-veriş sonrası komşuların aynı ürünleri alamayacakları düşünülerek üzerinin kapatılması önemli gelenekler arasındadır. Herkesin her ürünü alamayacağı ve ürünü ona göstermenin ayıp olacağı düşünülmektedir. Bu alışkanlık Konya’da insana olan saygının önemli bir göstergesidir. Eve getirilen ürünler taze olarak kullanılabildiği gibi kilerde veya mutfağın belirli bir bölümünde saklanarak ihtiyaç duyuldukça kullanılmıştır. Konya mutfağında kilerin tabanı ve duvarı sıklaştırılmış toprakla kaplanırdı. Bu sıklaştırılmış toprak zaman zaman ak cila toprağı ile cilalanarak düzeltilirdi. Hatta bazı evlerde kiler tabanı sille kan taşından döşenirdi. Ancak pahalı bir uygulama olduğu için pek çok evde tercih edilmezdi. Bazı evlerde “Kayıt damı” ismi verilen kilerden daha geniş bir depolama alanı bulunurdu. Hatta bazı kayıt damlarına un ve tahıl ambarları da ilave edilmiştir. Yemek pişirilmeden önce mutlaka hanımlar abdestlerini alır ve yemekleri abdestli olarak yapardı. Evde pişirilen yemeklerin fazla koku çıkarması ve kokunun komşulara gitmesi halinde, komşu hakkı gözetilerek mutlaka bir kap içinde pişirilen yemekten gönderilirdi. Karşılığında ise bu kap boş gönderilmez içerisine evde bulunan bir yemek, meyve veya sebze konularak kap iade edilirdi. Evde pişirilecek yemek az veya pahalı bir üründen yapılıyorsa komşuya kokusunun gitmemesi amacıyla gece geç vakitlerde komşular uyuduktan sonra pişirilirdi. Akşam yemeği yenildikten sonra yemek yemek gelenektir. Konya halkı yemeği yer sofrası üzerinde yerdi. Serilen sofranın üzerine siniyi koymak için ayaklı bir çember koyulur ve bu çemberin üzerine sini koyulurdu. Düğün yemekleri veya büyük ziyafet sofraları hazırlanırken çemberin üzerine koyulan sininin ebadı büyürdü ve bu siniye “Divan Sini” si adı verilirdi. Evin hanımı veya hanımları tarafından hazırlanan yemekler sofraya koyulduktan sonra herkesin sofraya gelmesi beklenirdi. Sofraya gelmeden önce tüm ev halkı mutlaka elini yıkardı. El yıkamak için mabeynde bulunan çeşme kullanılırdı. Mabeyn dışında ise evin küçük kızı veya gelini tarafından getirilen ıbrık ile bir leğen içinde eller yıkanarak sofraya geçilirdi. Evin en yaşlısı sofraya oturmadan başkasının sofraya oturması ayıp kabul edilirdi. Ancak İslam dininde çocuklara verilen önemden dolayı zaman zaman çocukların sofraya oturmasına ve yemeğe başlamalarına müsaade edilirdi. Yemek bittikten sonra ise yine ellerin yıkanması adettir. Sofraya oturulurken bir ayak altta bir ayak dik duracak şekilde sofraya oturulurdu. Bu şekilde oturarak dik ayağın mideye baskı yapması sağlanır ve daha az yemek yenilmesi ve yemekten sonra rahatsız olunması engellenmiş olurdu. Oturulduktan sonra ya sofra ya da peşkir diz üstüne çekilirdi. Oturma tamamlandıktan sonra sofranın tamamı veya sofranın en büyüğü besmele çekerek yemeğe başlardı. Sofrada tek kaptan yemek yemek önemli bir adettir. Herkese tek tek kap koyulmaz. Yemekte herkesin önünden yemesi, yemek yerken ses çıkarmaması ve kaşığın yemeğin içinde bırakılmaması önemli sofra kuralları arasındadır. Sofrada su içmek için belirli bir noktaya testi ve bir bardak koyulurdu. Suyun içine koyulduğu testinin ismi “Davgana”, su cam bir şişeye koyulmuş ise bu şişenin ismi de “Billor” olarak anılırdı. Su servisi genellikle evin hanımı tarafından yapılmasına rağmen en yakın olan kişide su servisi yapabilirdi. Su içen bir kişi varsa sofrada yemeğe devam edilmez ve su içen kişinin suyunu bitirmesi beklenirdi. Sofrada bulunan yemeklerin veya yiyeceklerin tamamını bitirmek adetti. Hatta sofraya düşen ekmek kırıntıları dahi toplanarak yenilirdi. Sofra kırıntılarını yemek genellikle çocukların işi olarak görülürdü ve kırıntıları yiyenlerin zengin olacağı söylenirdi. Yemek bittikten sonra sofrada bulunan bir kişi tarafında sofra duası okunur. Ardından sofradan kalkılır ve sofra evin hanımı tarafından toplanırdı. Kirli olan kap kacak mutfakta veya avluda bir yere toplanarak yıkanıp ertesi güne hazır halde tereklere yerleştirilirdi. Evin en büyüğü oturma odasında bulunan sedirin üstüne oturarak dinlenir ve yorgunluk kahvesi içerdi. Konya sofra adabında bir takım genel görgü kuralları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir; tek kaptan yenilen yemeklerde herkesin kendi önünden yemesi, yerken ağız şapırdatması gibi seslerin çıkartılmaması ve yemekten sonra sofrasının ulu orta bir yere çırpılmaması gibi kurallardır. Bu Konya sofra adabı ve alışkanlıklarının bazısı günümüze kadar geçerliliğini korumasına rağmen, geniş bir kısmı 1930’lu yıllardan sonra geçerliliğini kaybetmiştir.
Mevlevilik kültüründe de sofra adabı çok önemli bir konudur ve bu sofra adabının belirli bir bölümü Konya halkı tarafından benimsenmiştir. Mevlevi mutfağında yenilen yemekler belirli bir merasimle yenilirdi. Dergâhta pişirilen çorba, suyu; Et ve sebze yemekleri, toprağı; pilav ve börekler, ateşi; pastırmalı yumurta nesli; kaymaklı güllaç ise Allah aşkını temsil etmektedir. Sofra Konya mutfağında olduğu gibi bir çember üzerine sini veya yuvarlak bir tahta satıh koyulması ile hazırlanırdı. Hazırlanan sofranın kenarına peçete olarak kullanmak için uzun ve bütün halde bir peşkir dolanırdı. Kaşıkların sapları sağa ve aşağı bakacak şekilde dizilmesine dikkat edilirdi. Bu duruma ise Mevlevilikte “Kaşık Niyazda veya Kaşık Şükürde” isimleri verilmiştir. Mevlevilikte ayrıca “Elifi Somat” adı verilen ince ve uzunca bir sofra daha vardır. Bu sofra daha çok kahvaltılarda ya da çerez yenileceği zamanlarda kullanılırdı. Sofraya konulan yemeğin ismi “Lokma” dır. Sofraya yemekler getirilirken bazı kurallar uygulanırdı. Bu kurallar; herkesin önüne mutlaka tuz konulurdu. Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek önemli bir adettir. Sofra hazırlanırken önce ekmek, ardından kâse koyulurdu. Ekmek, Türk mutfağında olduğu gibi Mevlevilikte de kutsal kabul edilirdi. Mevlana '' Ekmek sofrada durduğu sürece cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli bir ruh kesilir. Sofrada duran o ekmeğin can olması imkânsızdır. Fakat can, selsebil suyuyla o olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir'' sözüyle ekmeğin vücut için öneminden bahsetmiştir. Sofra hazırlandıktan sonra namaz vakti gelse bile sofra terk edilmez ve yemek yenilirdi. Ekmek ve et kesinlikle bıçakla kesilmez el ile bölünerek dağıtılırdı veya yenilirdi. Yemek yerken lokmalar çok büyük olmamalı ve iyice çiğnenmelidir. Yemek yeme bitse bile derviş sofradan kalkmaz ve diğer dervişlerin yemeklerini bitirmesini beklerdi. Yemeğin biten derviş yemeğin bittiğini belirtmek için kaşığını yine niyaz pozisyonuna getirirdi.